Geekci Duyuru

Geekci Blog'u, Görevini 2013de Bırakmıştı Şimdi 01.06.2015 Tarihinde Geri Döndük!

En Yeni Geek

Tıklasana Dostum?

2 Haziran 2015 Salı

DC’nin Devasa Olayı CONVERGENCE Hakkında Mutlaka Bilmeniz Gereken 5 Şey

DC’nin 2011 yılında geçmişe sünger çekelim ve yeni, taptaze bir başlangıç yapalım mantığıyla giriştiği The New 52, bana göre başarılı bir hamleydi. Crisis on Infinite Earths ile bölük pörçük olan evrenleri bir araya toplamışlardı toplamasına ama yine de bir süre sonra devamlılık sorunları yaşamaya başlamışlardı. Bu yenilenmenin sebebi hem okur çekmek, hem de var olan okurun takip etmesini kolaylaştırmak istemeleriydi kuşkusuz. İşin içinde bir de Warner Bros.’un ipleri eline alması ve Geoff Johns’u kreatif ekibin başına getirmek gibi birtakım yapısal değişikliklere gitmesi vardı. Böylelikle uzun zamandır süregelen ve iyiden iyiye dallanıp budaklanmış, sarpa sarmış yan öyküler, geçiş hamlesi Flashpoint ile sonlanmış, akabinde de düzenli olarak yayınlanmakta olan Action Comics ve Detective Comics gibi uzun soluklu seriler bile yenilenip tekrar başlamışlardı. Geçen 4 yılda satışlar iyi gitti gitmesine ama reaksiyon anlamında beklediklerini de bulamadılar çünkü çok etraflıca düşünülmemiş, alelacele bir atılımdı.
convergence_1200x929
Anlaşılan The New 52, onlara göre de miladını doldurmuş olacak ki, Haziran ayı itibariyle bu etiketi çizgi romanlardan kaldıracaklar ve artık yeni bir “marka” ile ilerleyecekler: DC YOU.“Herkesin kendinden bir şeyler bulabileceği, siz, hayranlarımıza özel serilerden oluşacak” diye anlatıyorlar bu yeni markalaşmayı. Yani yılların okuyucularının yanında yeni olanları da çekmeye çalışacaklar ve “hafif” serilerle birlikte genç okuyuculara hitap etmenin yanı sıra “karanlık” olduğu için DC okuyan yetişkin kitleye de hitap edecekler. Marvel cephesinde de bildiğiniz gibi bir süredir benzer bir telaşe var. Secret Wars ile Marvel, devam eden 33 serisini sonlandıracak ve baştan başlatacak. Secret Wars sonrasında başlayacak bu yeni dönemin adını onlar da belirlediler bile: All-New, All-Different Marvel.
Bunun cevabını vermek için apayrı bir yazı yazmak gerekir şüphesiz ama sorup kendimce kısaca cevap vereyim: bu “sil baştan başlamak gerek bazen” politikası gerçekten gerekli olduğu için mi yapılıyor, yoksa iş artık salt bir sidik yarışına mı döndü? Belki ikisinden de biraz var. Marvel’ın projesi, çizgi romanlarda da MCU’ya biraz daha yaklaşmak üzerine. DC’nin çabası buna yönelik olmayabilir ancak özellikle Marvel Cinematic Universe ürünü filmlerin hayranlar için üretildiği gerçeğinin farkındalar ve onlara yönelik bir değişimden geçmeleri gerektiğine inanıyorlar. İşin özünde yatan şey bana göre çok net: “Çeşitlilik”.
Burada bahsettiğim şey sadece Superman’i siyahi yapalım, Batwoman’ı eşcinsel yapalım çeşitliliği değil. Yanlış anlaşılmasın DC’nin çok sevdiğim karakterleri var, fakat başı çeken Batman, Superman, Wonder Woman, Green Lantern gibi karakterlerle senelerce toplumdan dışlanmış, alay konusu olarak büyümüş çocuklar, ne kadar kendilerinden bir şeyler bulabilirler? Geoff Johns, Greg Berlanti ve Andrew Kinsberg, The Flash dizisiyle gençleri çok iyi bir yerden yakaladılar. Supergirl ile de çok başarılı olmasalar da aynı yoldan gitmeye çalışıyorlar. Süper güçleri olan ama hayatın günlük rutin saçmalıklarıyla da boğuşmaya devam eden daha ‘bizden’ karakterle dolu işler ikisi de. Çizgi romanda da aynı şeyi sürdürmek için giriştikleri DC YOU projesini, bu açıdan Marvel’a karşı basit bir “ben daha uzağa işerim” çirkefliğinden ibaret görmüyorum ben.
Peki Nisan-Mayıs süresince yayınlanan, ikişer bölümden oluşan 40 kitaplık özel seriConvergence, neden yırtık dondan fırlar gibi çıktı ve tüm bunların arasında tam olarak nereye oturuyor? Zaten marka tamamen kendini yenileyecekse böyle bir seriye ne gerek vardı? 2 aylık serinin sonuna gelmiş ve DC YOU peydah olmamışken henüz okumamış olanlar ve benim gibi kafası karışanlar için biraz bunu netleştirelim istedim.
conv1

Kuzum, Nedir Bu Convergence Allah Aşkına?

Öncelikle Convergence, The New 52’yi silecek olan bir reboot veya bir devam serisi değil söyledikleri üzere. Nisan-Mayıs aylarını kapsayan bir ‘ara’ seri. DC YOU ile birlikte sadece anlattıkları öyküler değişmeyecek, şirketin tüm perspektifini değiştirmeyi planlıyorlar. Hayranlara da bir çeşit ‘tribute’ mahiyetinde The New 52 öncesinden de evren ve karakterler sunuyorlar Convergence ile. Convergence’ın bitimi ve DC YOU’nun başlamasıyla The New 52 etiketi kalkacak ama devam eden serilerin 25 tanesi yine raflarda olmaya devam edecek kaldığı yerden. Bunlara ek olarak yeni yazar-çizer kadrolarıyla 24 tane de yeni seri eklemeyi planlıyorlar. Fakat bizim konumuz bu değil. Konumuz; Convergence.
Convergence’ta her bir hikaye iki parçadan oluşuyor ve toplamda 40 öykü var. Kendi adıma konuşayım, bir çizgi roman okuru olarak bu tip ne idüğü belirsiz seriler beni yoruyor. Zamanımın çoğunu anlamaya çalışmakla geçiriyorum. Önce böyle apar topar yapılmış gibi duran serilere girip ondan sonra da uzun uzun “ya aslında o kadar karışık değil bak” diye açıklama ihtiyacı hissediyorlar. Tüm açıklamalarına rağmen, eğer çok dikkatli takip etmiyorsanız, sizin de bu bir sürü karakterin, zaman çizgisinin, evrenin ve dünyanın bir araya geldiği bu seriden hiçbir bok anlamamanız mümkün. Convergence, özünde bir aşure arkadaşlar. Evet, bir kabın içine doldurulmuş ve birbiriyle tamamen alakasız bir sürü malzemeyle yapılmış koca bir AŞURE. Convergence, farklı zamanlardan ve farklı evrenlerden alınmış 40 şehri kapsıyor. Bunlar arasında Barry’nin annesini kurtarıp Wonder Woman ve Aquaman’in birbirine düşmesine sebep olduğu Flashpoint, Batman ve Joker’in vampir oldukları Red Pain, benim okumaktan özellikle keyif aldığım Superman, “Amerika yerine Sovyetler’e düşseydi nasıl olurdu” sorusuna cevap veren The Red Son gibi kültleşmiş evrenler de bulunuyor.

Kimin Başının Altından Çıkıyor?

Her şey aslında Superman’in kötüsü olan Brainiac soytarısının bok yemesi. Future’s End serisinin sonunda The New 52 Booster Gold, The New 52 öncesi Booster Gold ile aynı zaman ve mekanda bir araya geliyorlardı. İkisini de kontrol edip Vanishing Point isminde tüm zamandan ve evrenden bağımsız bir yerin varlığını keşfeden Brainiac, bildiğiniz gibi koleksiyoncu bir arkadaşımız ve şimdiye kadar tüm DC evrenlerinden, zamanlarından ve dünyalarından örnekler toplamış. Tüm bu farklı zaman ve mekanlardan aldığı alternatif 40 şehri, Booster Gold’tan öğrendiği Vanishing Point’te, Stephen King’in Under the Dome’undaki gibi bir kubbenin altına koyarak bir araya toplamış. Bir araya gelen karakterler arasında Earth 2 evreninden bildiğimiz Batman (Thomas Wayne), Superman (Val-Zod), Green Lantern (Alan Scott), the Flash (Jay Garrick), Dick Grayson gibi isimlerin yanı sıra Flashpoint öncesinden gelen Red Arrow, Batgirl (Stephanie Brown), Donna Troy ve diğer The Flash olan Wally West de var. Ortalık biraz karışık anlayacağınız.

Esas Kötü Brainiac Mi?

Pek sayılmaz. Evet, her şey onun bu koleksiyon takıntısı yüzünden oluyor ama kahramanlarımızın başını yiyen kötü adamımız Brainiac değil. Future’s End’in sonunda Brainiac yeniliyordu bildiğiniz gibi. Ancak bundan önce tüm bu örnekleri toplayıp Future’s End’te Blood Moon olarak geçen, şimdiki adıyla Telos isimli bir gezegene yerleştirmiş zaten. Telos, bir çeşit yapay zekaya sahip bir gezegen. Habitatında yaşayan canlılara dünyayı dar edebiliyor. Hatta gerekirse insan formu da alıyor. Brainiac ortalarda gözükmeyince bu arkadaşımız ipleri eline almaya kara vermiş. Amacı da birbirinden farklı kahramanları, kötü adamları, şehirleri ve takımları birbirine düşürüp savaşmalarını sağlamak. Özünde bir The Hunger Games öyküsü kısacası.

Eski Serileri Okumam Gerekir Mi?

Okuyabilirsiniz ama bence çok da şart değil. Okumasanız daha iyi bile olabilir. Kafanız karışmaz hiç yoktan. The New 52 ve öncesine hakim olun olmayın, siz en iyisi yeni bir serinin başına oturuyormuş gibi okuyun Convergence’ı. İsterseniz konuya çok Fransız kalmamak adına Earth 2: World’s End serilerini ya da The New 52: Futures End‘in hiç olmazsa Booster Gold’lu bölümünü okuyup konuyu yakalayabilirsiniz. Ancak eğer konsepti kavradıysanız ve Telos’un bizim süper kahramanları birbirine düşürmeye çalıştığını anladıysanız, genel fikri kapmışsınız demektir.
newconvergencefinal

Okumaya Değer Mi?

Bu bir Convergence incelemesi olmadığı ve henüz tamamını okumamış olduğum için hikayeyi tüm detaylarıyla açık etmek istemiyorum. İlk başta onlarca farklı karakter ve şehirden beynimin bulandığı bir gerçek. Benim gibi Multiverse ve Crossover sevenler biraz olsun beğenebilirler sanırım. En azından genel olarak arkasındaki fikri sevdim diyebilirim ancak, ki bu koca bir ancak, işleniş kısmında çok ciddi sıkıntılar var. Başta yaptığım aşure benzetmesi hikayelerin işlenişi açısından da cuk oturuyor. Akıllarına orijinal bir fikir gelmiş ve ne buldularsa doldurmuşlar. Sonucunda ortaya çıkan tatlının tadı güzel olmuş mu, orası biraz tartışılır. Bu seride yapılmak istenen nedir, hikayede varmaya çalıştıkları nokta nedir ve neden böyle bir çabaya girişildi, hep muallakta kalmış. Böyle bir seri gerekli miydi ve okumamız şart mı diye soracak olursanız, onlara da verecek çok olumlu bir cevabım yok maalesef.
Bu serinin yayınlanmasındaki sebepleri anlamak için perdenin diğer tarafını da görmek gerekiyor. Olayın özü şu: DC, yeni bir yapılanma içinde. Warner Bros.’a yakın olmak adına ofislerini bile New York’tan Los Angeles’a taşıdılar. Yeni bir vizyonları var: “Herkes için DC”. Convergence, tüm bunların arasına sıkıştırılmış, “biz şirket içi sıkıntıları çözerken okuyucular da oyalansınlar” mantığıyla yapılmış, ne yazık ki boş bir hamle. Geekyapar’ın DC’den sorumlu bakanı olarak Convergence’tan umduğumu bulamadım ve gözümü Haziran itibariyle çıkacak yeni serilere çevirdim.

GAME OF THRONES S05E08 – En Sonunda, Kış Geldi!

Sürpriz olmayacak eminim fakat yazı ağır spoilerlar içeriyor. Bilgilerinize sunar. İyi okumalar dilerim.
Öncelikle kabul etmek lazım; Game of Thrones bu sezon, öncekilere nazaran biraz daha durgun geçiyordu. Dizi genelde konuların işlenişinden dolayı aynı anda birçok hikaye anlatır, her hikayeye en az bir merak unsuru katar ve bu hikayelerin bir noktada birleşme beklentisini oluşturur. Yani sezon başlarında kafamızda birçok soru ve beklenti olmuş olur. Diziyi devam ettiren ve sevdiren de dinamiğidir. Ancak içinde bulunduğumuz 5. Sezon açıkçası bu konuda pek de başarılı değildi. Ta ki bu bölüme kadar…
Untitled
5.sezonun fragmanlarının yayınlanmasından beri beklediğim tek bir şey vardı: Tyrion ile Daenerys’in buluşması. İki efsane karakterin bir araya gelip karşılıklı döktürmelerini dört gözle bekliyordum ki bu beklentim boşa çıkmadı. Hatta arttırıyorum, Tyrion’un duruşma tiradına yaklaşan bir buluşma oldu. Kısa, sade ve vurucu, tam da Tyrion gibi. Khaleesi’mizin kendine olan güvenini çok güzel sarstı, avucunun içine aldı. Khaleesi’nin Tyrion karşısında zaten pek de şansı yoktu.
Cersei’nin tutuklanıp zindana atılması, tabir-i caizse içimin yağlarını eriten olaylardan bir diğeriydi. Şimdiye kadar yaptıklarından ötürü başına gelenleri hak etmediğine inanan olduğunu pek sanmıyorum. Umuyoruz, en azından sezon sonuna kadar, yaşadığı sefaletin keyfini çıkarırız. Arya ve Sansa’nın hikayelerinin gelişme bölümünde olduğumuz için, onlar hakkında şimdilik pek söylenilecek bir şey yok. Arya Many-Faced God yolundaki ilk görevini aldı.  Sansa da dünyadaki son Stark olmadığını anladı. Bekleyip neler olacağını hep beraber göreceğiz.
hard2
Dizinin can alıcı noktası, bir nevi miladı, kargaların yabanilerle buluşmasıyla başladı.Yalan yok, Jon Snow’un “Winter is Coming” geyiklerinden sıkılmıştım. Halkların kardeşliği kisvesi altında yıllarca savaş halinde olan kargalar ve yabaniler arasında barışı sağlamaya çalışan bir beyhude sözden ibaret zannediyordum. Sanırsam yanılmışım. Jon Snow’un ikna çabalarını ve Tormund arasında oluşan bromance’i hemen atlayıp esas olaya, Hardhome Savaşı’na geçiyorum. Geçen sezonda Bran ile olan münasebetlerinden dolayı yürüyen ölülerimizin bu sezon bir yerde patlak vereceklerini, bir savaş olacağını hissediyordum. Ancak gerçekten bu kadarını beklemiyordum.
2015-06-02 01.05.14
Havadan, karadan, kapıdan ve bacadan World War Z tadında yağan ölüler, bunları sivrisinek gibi kovalayan devler, zombilerle fruit ninja oynayan Jon, çocuk zombiler, muhtemelen Syrio Forel’den ders almış White Walker ve tabi ki bir kol hareketiyle ölüleri uyandıran Night’s King hakkında söylenebilecek pek bir söz yok. Karakterler, makyajlar, efektler, koreografiler hepsi GoT’ a yakışan güzellikte, büyüklükteydiler ve dizinin sezon sonlarına doğru artan fantastik gerilimini çok güzel oluşturdular.Yayınlanan ilk bölümün ilk sahnesinden bu yana tohum gibi ekilen, beş sezon boyunca büyütülen ve sonunda tam potansiyelini gösteren White Walker’lar ve onların Ölüler Ordusu bize gerçek düşmanın kim olduğunu ve neler yapabileceklerini göstermesiyle beraber, Jon Snow hikayesinin yavaş yavaş, diğerlerini etkileyeceğini ve sona doğru tek bir hikayenin kalabileceğini hissettirdi.
got_508_nightking
Jon ve White Walker arasında geçen düello ise çok doğruydu. Jon’a aptalca bir kahramanlık yüklemediler, yerlerde süründürüp, korkuttular. White Walker, Valyrian çeliğinin tuzla buz olmamasına şaşırmasaydı Jon mavi gözlüler diyarına çoktan katılmıştı. Ayrıca iki çocuk annesi yabanimizin  kendini çok sevdirmeden gitmesi iyi oldu. Sonu Ygritte gibi olabilirdi.
Sonuç olarak genelde büyük olaylar için 9.bölümü bekleyen yazarlar bize göz kırpıp 8. Bölümü yazmışlar. Sezonun tepe noktasının burası olacağını düşünmekle beraber hiddetle yanılmayı umuyorum.

1 Haziran 2015 Pazartesi

MR. ROBOT S01E01 – Biraz Dexter, Biraz True Detective!

Uzunca bir süredir önceden bekleyip kendimi hazırlamadığım bir yeni dizi izlememişim. Genelde sağ olsunlar pazarlama departmanları iyi-kötü her türlü diziyi bir şekilde gözümüze sokuyorlar. Arada daha indie kalan, ana akımda çok yer bulamayan fakat kaliteli olan işleri de genelde takip ettiğim siteler, sayfalar bir şekilde beni haberdar ediyor. Ama niyeyse 27 Mayıs’ta pilot bölümü düşen “Mr. Robot”u gözden kaçırmışım. Az önce bu bölümü izledim (bu noktada muhit ahalisine bir teşekkür borçluyum) ve hemen sizlerle paylaşma ihtiyacı duydum.
Klasik inceleme modelimizle ilerleyelim. Konumuz gündüzleri bir siber güvenlik şirketinde çalışan, geceleri de hacker olarak “vigilante” misyonu üstlenerek suçluları adalete teslim eden bir programcı olan Elliot üzerinden ilerliyor. Elliot son dönemdeki popüler trende uyarak insan ilişkilerinde (ve kendisinin psikolojisinde) sorunlar yaşayan, bu konuyla ilgili psikolog desteği alan lakin zekası ortalamanın çok üstünde ve sanal alemi yemiş yutmuş bir arkadaşımız. Muhit’te MBerkay “Dexter+Sheldon” tarzı demiş, katılıyorum, belki çıkarım konusundaki yaklaşımlarından dolayı sanal alem Sherlock’u da diyebiliriz kendisine. Bu arkadaşa “fsociety” hacker ekibinin yaptığı “devrim yapalım mı?” teklifiyle olaylar gelişiyor. (Spoiler-free tutmaya çalışıyorum da yazıyı :) )
Tür olarak “psikolojik-gerilim” diyebileceğimiz dizi sert bir sistem eleştirisi yapıyor. Bunu yaparken elini korkak da alıştırmıyor, teknolojinin özel hayatımızı ne kadar ulu orta hale getirdiğinden, paranın sanal bir hale gelmesiyle birlikte firmaların ne kadar kırılganlaştığına kadar aslında bildiğimiz ama dikkat etmediğimiz pek çok şeyi yüzümüze vurmaktan çekinmiyor. Bunu da güzel bir atmosfer eşliğinde yaptığını söylememiz lazım. İşleniş olarak Dexter’ı, atmosfer olarak da True Detective’i andırıyor diyebiliriz.
Oyuncu kadrosuna gelirsek, Elliot’u “Night at the Museum, Battleship, Oldboy, Need for Speed” filmlerinde rol almış Rami Melek canlandırıyor ve bence oldukça başarılı bir iş çıkartıyor. Elliot’un platonik aşkı ve iş arkadaşı Angela rolünde Portia Doubleday, kendisinin psikoloğu Krista rolünde Gloria Reuben, çalıştığı sanal güvenlik firmasının teknolojiden sorumlu başkan yardımcısı rolünde Martin Wallström oyunuyor. Bu üçlü dışında Elliot’ın yardımına ihtiyaç duyan anarşik hacker grubunun lideri Mr. Robot rolünde ise 90’ların büyük isimlerinden Christian Slater yer alıyor.
mr-robot2
Peki dizi başarılı mı? İlk bölümüyle oldukça sağlam bir giriş yaptığını söyleyebiliriz. İşlenişin ve hikayenin gücü bir yana akıcılığı ve sürükleyiciliği de ayrı bir artıydı bence. Özellikle ana karakterimizin psikolojik rahatsızlıklarını dizinin gizem unsuruna başarıyla yedirilmiş olmasını takdir ettim. Bir de kendisinin iyi de kötü de olma potansiyelinin yüksek olması da bu karakter üzerinden yürüyecek dizi için gidilebilecek pek çok yön ortaya çıkarıyor. Bir de mevcut sisteme uygun bir “vigilante” yaratmış olmalarını da beğendim. Görsellik ve sunum hem dizinin atmosferine, hem de konuya çok uygun. Oyuncu kadrosunun performansları da şimdilik fena durmuyor.
Pilot bölümün sonuyla birlikte isterse “haftanın olayı+arka plan olayı” formülüne de dönebilir ya da “az bölüm tek olay” şeklini de kullanabilir ki dizinin bundan sonraki düzeyini seçeceği formül ve uygulamadaki başarısı etkileyecek. Dizi resmi başlangıcını 24 Haziran’da yapacak ve kalitesini bozmazsa yaz sezonunda izlemeye değer işlerden biri olacak gibi gözüküyor. Şimdi sizi dizinin fragmanıyla başbaşa bırakayım.


DEADPOOL Filminde Bir X-MEN Daha Göründü!

Gelecek senenin en beklenilesi işlerinden biri de tartışmasız Deadpool. Daha önce filmle ilgili öğrendiklerimizi şurada paylaşmıştık. O yazının üstüne setten birkaç resim, Ryan Reynolds’dan birkaç eğlenceli tweet ve bir-iki aksiyon sekansı dışında pek yeni bir haber gelmedi. Bugüne kadar tabii. Yine çok büyük bir haber sayılmaz ama en sevdiğim karakterlerden biri olan Deadpool’u gündemde tutma isteğimden dolayı paylaşmaya değer bir haber gelince kaçırmak istemedim.
Film setinden gelen bir fotoğraf, bir video ve iki aktörün attığı tweetler aracılığıyla artık Rus dostumuz Colossus’un filmde yer aldığı kesinleşmiş oldu. Diğer X-Men filmlerinde bu karakteri canlandıran Daniel Cudmore’un kadroda olmadığını zaten önceden öğrenmiştik. Bu filmde ise iri yarı dostumuzu “Seventh Son” ve önümüzdeki yıl gösterime girecek bir diğer delirme sebebimiz “Warcraft” filmlerinde dublör olarak yer alan Andre Tricoteux canlandıracak. Resimde de görebileceğiniz gibi kendisi Colossus’un “motion-capture” sahnelerinin çekimlerini gerçekleştirmiş.
Kendisinin ve filmde Angeldust’ı canlandıracak Gina Carano’nun tweetleriyle de bu çekimlerin Colossus’a ait olduğu teyit edilmiş oldu. Tabii Andre Tricoteux’nun imdb’de filmin sayfasında Colossus’un dublörü olarak yer alması sebebiyle filmde kendisini bir başkasının seslendirme olasılığı (Darth Maul’u Ray Park’ın seslendirmediğini öğrendiğimde dumur olmuştum.) hala mevcut.

6 Mayıs 2014 Salı

Star Wars Mı Daha iyi, Star Trek Mi? 21 Maddede Epik Kapışma!

“Star Wars’mu yoksa Star Trek’mi?” sorusu oldum olası bana saçma gelmiştir. Elmayla armutu kıyaslamak gibi bir şeydir aslında. Benden 4 Mayıs ardından bu gibi bir yazı yazmam talep edildiğinde klasik bir fanboy yorumu değil, olabildiğince objektif bir yazı yazmak isteyeceğim biliniyordu elbette. Zira her ne kadar ağır bir Star Trek fanı gibi görünsem de (elimde Enterprise dövmesi var!) Star Wars’u da bir o kadar sever ve eşit mesafede dururum. Kaldı ki fanboyuk pek bana göre değil.
Valhasıl, olayı değişik açılardan başlıklar halinde ele alacağım ve sonuç olarak her başlık için iki efsaneden birine bir puan ekleyeceğim. İnanın soru başlıklarını önceden çıkardım ama sonucun ne olacağı konusunda hiç bir fikrim yok! Bu konuda herkesi temin ederim!
İşin aslı, iki efsaneye de eşit durabilen ve benim gibi az makyajla hem wookie hem de klingon olabilecek biri için bu soruları üretmek de cevaplarını objektif vermeye çalışmak da oldukça eğlenceli olacak!
Not: Bu arada uyarmadan geçmeyeyim: Burada yazdığım kriterler sadece film ve dizileri kapsamaktadır. Çizgi roman, roman gibi yan eserler bu kapışmaya dahil değildir. Biz demiyoruz, Star Wars’un kendisi diyor! O yüzden lütfen bana “Şu şu kitabın şu sayfasında blabla vardı!” diye kimse gelmesin.
Savaşma, Seyahat Et!

1- Teknik Açıdan Yapım Kalitesi

1 Yapım Kalitesi
Trek, dizi kökenli bir eserdir. Hatta bilim-kurgu türünde dizi çekmenin oldukça zor olduğu bir dönemde yayın hayatına başlamıştır. 1966 – 69 yılları arasında serinin orijinal üç sezonunda Trek’in ünlü kaptanı James T. Kirk’ü canlandıran William Shather, şöyle özetler olayı: “Şimdiki dizilerin catering masrafıyla o zamanlar tüm masrafları karşılamaya çalışıyorduk”.
Trek’in sonraki versiyonları da dizi formatında devam ettiği ve beyaz perde uyarlamalarında da aynı çekirdek yapım kadrosu kullanıldığı için bu yapıtların çoğu dizilerle benzer kalitededir. Hatta konuları da dizinin iki bölümü birleştirilmiş halleri gibidir. Son üç filmi hariç tutarsak (12 film çekildi şimdiye kadar) Trek’in neredeyse 50 yıl süren yayın hayatı ve onca popüleritesine rağmen sinema filmlerindeki bu sorunu neden çözmek için ciddi bir adım atmadığı oldukça apayrı bir tartışma konusudur.
Diğer taraftan Wars, bu konuda Trek’ten fersah fersah ötededir. Beyaz perdeye yansıyan her yeni Wars yapımı döneminin beklentilerinin ötesinde prodüksiyon kalitesine sahiptir. Özellikle Episode IV, V ve VI’dan oluşan orijinal üçlemede kullanılan görsel efekt teknikleri, sinema sektörüne bu konuda öncülük etmiştir.
Puan: STAR WARS

2- Yabancı Irk Görünüşleri

2 Irk Gorunusleri
Wars’taki insan harici ırkların görünüşleri yer yer karikatürize de olsa Trek’teki gibi alnına plaster yapıştırılmış, kötü kostümlü insansı görüntüye sahip olmanın oldukça ötesindedirler.
Wars, mümkün olduğunca figüran olarak kullandığı ırkları humanoid (insansı) olmayan formlarda resmetmeyi başarmıştır. Wars’un bu avantajı daha geniş bütçeli olan beyaz perde formatında yayınlanmasına borçludur elbette.
Puan: STAR WARS

3- Yabancı Irk Kültürleri

3 Kültürl
Wars ırklarının neredeyse hepsinin dış görünüşleri haricinde içleri boştur. Bir Idoran ile Twi’lek arasında davranışsal olarak hiç bir fark yoktur. Filmlerde hiç bir zaman bir ırkın davranışsal ve kültürel detayları düzgün şekilde işlenmemiştir.
Olaya Trek tarafından baktığımızda bu konuda açık ara önde olduğunu görürüz. Klingonlar, Vulcanlar, Romulanlar, Bajoranlar, Ferengiler, Cardassianlar, Kazonlar ve daha niceleri derinlemesine detaylandırılmış davranışsal farklılık ve etnik kültüre sahiptir. Şüphesiz Trek, bu avantajını yüzlerce bölümü çekilmiş bir dizi olmasına borçludur.
Puan: STAR TREK

4- Yabancı Irkların Dilleri

4 Dil
Trek, “universal traslator” denen bir cihaz kullanarak tüm dil sorununu çözmüştür. Bazı bölümlerde bu cihazın bir tür implant olduğu ima edilmiştir. Dizi ve filmlerinde bir kaç istisna dışında herkes İngilizce konuşur. Sözkonusu cihazın nasıl çalıştığı da ayrı bir muammadır. Zira filmlerde dudak hareketleri bile İngilizcedir.
Wars, bu noktada çok farklı yaklaşır olaya. Fantezi hikayelerde olduğu gibi Galaxy Basic adlı ortak bir lisan vardır. Ancak evrensel dil çeviricisinin gereğinden fazla kurgusal olması, Galaxy Basic’in ise fazla Orta Dünya kafalarında olması malesef her iki çözümü de birbirinden kötü hale getiriyor.
Diğer yandan Wars’ta Wookiee ya da Geonosian gibi bazı ırkların dillerini anatomik sebeplerden ötürü kendileri haricinde başka hiç bir ırk tarafından kullanılamaz. Elbette bu dilleri öğrenmek ve anlamak mümkündür. Bu gibi durumlarda herkes kendi dilini konuşur ve bir şekilde anlaşırlar (Chewbacca ve Han Solo gibi). Bu noktada mantıksal olarak Wars, Trek’e göre bir adım öne geçmiş gibi görünüyor. Elbette bunu söylerken o kadar ileri bir teknolojiye sahip olmasına rağmen insanlarla iletişime geçmek için ikinci bir droide ihtiyaç duyan droidleri görmezden geliyorum!
Ancak Trek, Birleşik Devletler’de bazı üniversitelerde seçmeli ders olarak Klingonca eğitimi verilebilecek kadar gelişmiş bir dil yaratmayı başarmıştır. Bu, Wars’a karşı ezici bir üstünlük sağlıyor elbette.
Puan: STAR TREK

5- Din

5 Din
Wars evreninde din kavramı, Güç ile sınırlandırılmıştır. Başka dinler varsa bile oldukça geri plandadır. Güç denen şey gerçek dünyamızdaki Panteizm’den başka bir şey değildir.
Diğer yandan neredeyse tüm Trek evreni ateisttir. Din kavramı ancak bazı bölümlerde daha az gelişmiş medeniyetlerin “sorunu” olarak ortaya çıkar ve Trek mürettebatına dahil herkes saygı göstermek dışında hiç bir yorum yapmazlar. Din kavramı, sadece fanların çok da sevmedikleri Deep Space 9 serisinde derinlemesine irdelenmiştir. Kaldı ki orada da Bajoranların tapındıkları Prophet’lerin aslında sadece fazla gelişmiş bir yabancı ırk olduğu ortaya çıkmıştır.
Bu konuda yapılacak bir puanlama birilerinin kuyruğuna basma riski içereceği için puanlama haricinde tutacağım. İsterseniz siz kendinizce puanlama yapabilirsiniz.
Puan: NÖTR

6- Çizgi Film Fırlaması Karakterler

6 Çizgi Film
Wars evreninde haddinden fazla çizgi film fırlaması karakter ve yaratık vardır. Evok’ların tamamı, R2-D2, karnı deşilen tauntaunlar, hatta bakış açınıza göre Jabba the Hutt, Chewbacca, ve Yoda. Bundaki en büyük pay, o dönemlerde bazı karakterlerin beyaz perdeye yansıtabilmek için Lucas ve ekibinin kukla kullanmak zorunda kalması ve bu konuda da Muppet Show’un efsane yaratıcısı Jim Henson’dan yardım alınmasıdır. Kimileri Wars filmlerinin aslında çocukları hedefleyen bir hikaye olarak tasarlandığı, ancak nedense başka bir demografik kitle tarafından beklenmedik şekilde sahiplenildiği bile iddia eder.
Trek evreninde Data ve Q dışında çizgi film fırlaması pek yoktur. Ki; onlar bile o kadar abartı değilllerdir. Olsalar bile sözkonusu karakterler de altları iyice doldurulmuş hikayalere sahiptir. Ayrıca hiç birinin hikayesi de çocuklara hitap etmez.
Puan: STAR TREK

7- Sinir bozucu karakterler

7 kıl krakter
Wars evreninde bir Jar Jar Binks vakası vardır ki; evlere şenlik. Fakat Wesley Crusher, Dr. Bashir, Miles O’Brain, Ensign Kim, Commander Tucker gibi 7 / 24 ağzını burnunu kırmak isteyeceğiniz karakterlere malesef Trek evreninde çok daha sık rastlarsınız. Üstelik bu tiplere bilmem kaç sezon katlanmak zorunda kalırsınız.
Puan: STAR WARS

8- Mary Sue karakterler

8 mary sue
Mary Sue aslında bir Trek fanı tarafından yazılmış “A Trekkie’s Tale” adlı bir fanzin hikayesinde yer alan aşırı idealize edilmiş bir karakterdir. İşin aslı Trek evreninde başta Wesley Crusher olmak üzere o kadar çok  pek çok Mary Sue denemesi yapılmıştır ki; say say bitmez. Bunlar arasında Jean Luc Picard, Kathryn Janeway, Jadzia Dax, Seven of Nine, Ensign Ro ve şu anda aklıma gelmeyen bir çoğu yer alır.
Ancak, hiç biri Luke Skywalker’ın yanına bile yaklaşamaz. Tüm evrenin kaderini ellerinde tutmak, Trek evreninde asla bir karaktere yüklenmez. Hiç bir karakter Skywalker kadar abartılmaz.
Puan: STAR TREK

9- Bilim

9 bilim
Sorsanız Wars bir bilim-kurgu eseri olarak tanımlanır ve bu kategoride dahil edilerek muadillerine karşı üstünlük sağlatılmaya çalışılır. Oysa gerçek açıkça bu değildir. Wars evreninde hiç bir şey bilimle alakalı bile değildir! Hemen hemen tüm hikaye aslında sihirli bir fantastik diyarda geçiyor gibidir. Bunun yanında mesela Jedi’lar feodal japonlardan yontulmuş bir şövalye birliğidir. Objektif baktığınızda aslında Disney tarafından satın alınmadan çok uzun zaman önce de Wars evreninin aslında can-ı gönülden Disney’e ait olduğunu görürsünüz. Disney’in tüm klişeleri aslında Star Wars filmlerinde halihazırda mevcuttur.
Trek bu konuda tartışmasız öndedir. Sadece warp teorileriyle ilgili bile sayfalarca bilimsel makale bulabilirsiniz. Başta Isaac Asimov olmak üzere onlarca bilim adamından bilimsel içerikle ile ilgili danışmanlık alınmıştır. Bilimsel alanda her ne gelişme olduysa bunlar senesi senesine Trek bölümlerine ve filmlerine yansımıştır.
Bu arada not düşmeden edemeyeceğim. her iki yapıt da uzay boşluğunda sesin yayılamaması konusunda ciddi bir gelişme kaydedememişlerdir (Belki son 2 Trek filmi!).
Puan: STAR TREK

10- Technobabble

10 technobabble
Trek izlemenin en kötü taraflarından biri maalesef budur. Her bölümde bir kürek dolusu bilimsel açıklama yapılır ya da mevcut bilim seviyemizle açıklanamayan her şey için uydurma terimler kullanılır. Çok dikkat dağıtıcı bir unsurdur.
Bu şikayeti Wars evreninde hiç duymayız. Elbette asıl sebep Wars evreninin  bilimle alakası olmadığından dolayıdır, ama yine de bu Wars için güzel bir avantaj.
Puan: STAR WARS

11- Fan kitlesi

11 hayranlar
Amerikan geekleri için konuşacak olursak, her iki tarafın da fan kitlesi temelde aynı derecede kepazedir. Ancak dikkatli bakınca Wars kitlesinin daha leş olduğunu görürsünüz. Yani demek istediğim şu: En azından Trek fanları arasında metal bikinili Leia cosplay’i yapan erkekler kafasında bireyler çok görmezsiniz. Plastik ışın kılıçları ve arkaplanda annesinin mobilyalarıyla poz veren çakma Sith’leri ve Jedi’ları saymıyorum bile! Ayrıca Wars filmleri için aylar öncesinden kamp kuran modeller akıllara zarar!
Kısacası, sadece burun farkıyla Trek önde bu konuda, daha fazla değil.
Puan: STAR TREK

4 Mayıs 2014 Pazar

Galaksinin Neşesi, 7 Süper Star Wars Parodi Şarkısı!

Star Wars Günü, İstanbul valiliğinin de katılımıyla galaksi çapında devam ederken, biz de geçtiğimiz 15 sene içerisinde yüzümüzü güldüren bütün Star War parodi şarkılarını toparladık. Bir bakın!

1) The Star Wars That I Used To Know!

Çocukluğunun Star Wars’unu özleyen bütün 25 + okurlarımızın gözlerini dolduracak (!) hüzünlü bir yapım. Genç Star Wars’cuların merak ettiği “Yahu millet neden sürekli Lucas’dan şikayet ediyor?” sorusunun da cevabı olacaktır.



2) Copacabana & Star Wars Cantina

Bu melodiyi dinlediğinizde tanıyacaksınız, neşeli melodisi ve cinayet anlatan sözleri ile tuhaf bir şarkı olan Copacabana’nın Star Wars versiyonu dadından yenmez olmuş. (Dikkat, sarabilir!)



3) Star Wars Gansgta Rap

Zamanın kral sitesi Newgrounds’un derinliklerinden kalma bu Flash animasyon, kısa sürede sizi de “We got Death Star!” gazına getirecek, demedi demeyin!



4) Weird Al – The Saga Begins

Parodilerin efendisi ve Ted Mosby’nin favorisi Weird Al’i de atlamayalım! Anakin Skywalker’ın dramatik öyksünü, halk ozanımız bu türkü ile işlemiş:



5) Weird Al – I Think I’m a Clone Now!

Doğrudan bir Star Wars parodisi olmasa da, Weird Al’ın klon parodisi Star Wars’un en order66 ordusu ile birebir örtüşüyor:



6) Bohemian Rhapsody – Star Wars Edition

Queen’in büyük klasiği Star Wars tadında, tümüyle Star Wars fanlarıyla dolu klip:



7) Weird Al – Yoda

Fark etmediyseniz belirtelim, Weird Al büyük Star Wars fanı! :)



star_wars_parodi_sarkilar
4 Mayıs, Ewok’un ve Wookie’nin Bayramı!

Artık Onlar Yok: Star Wars Genişletilmiş Evreninin En Baba 10 Karakteri

Geçtiğimiz günlerce Lucasfilm camiası ve Disney eşrafı buyurdu: Artık Star Wars Expanded Universe, Clone Wars dizisi haricinde komple yok hükmündeydi. Görüşlerimizi zaten daha evvel paylaşmıştık, fakat yine de altını çizmekte yarar var. Yas tutuyoruz yas! EU’nun bazı kısımları fazla şişmanlamış, evreni fazla yormaya başlamıştı, kabul. Ama toptan temizleme yapılmak zorunda mıydı? Biz şöyle diyoruz, Geekyapar olarak iddialıyız, bize Star Wars evrenini verseler en iyilerini seçer, “fanfiction” kıvamındakileri de cehennemin dibine yollardık.
İşe de şu 10 karakterden başlardık… DİKKAT, Star Wars genişletilmiş evrenine dair spoiler olabilir, diyeceğiz, ama, artık hikayeler zaten resmi sayılmıyor. Hüzünlüyüz.

10. Cade Skywalker

Cade Skywalker
Cade, Skywalker klanı içerisinde muhtemelen en az adı bilinendir. Soyadının ağırlığı altında ezilen, galaksinin yine nispeten karanlık bölümlerinden birinde doğmuş ve kaçakçılık yapan bir deathstick bağımlısı olması bunun muhtemelen en büyük sebeplerinden biri. Ama Cade’in çokça hakkı da yenir. Onun içerisinde bulunduğu ve Yavin savaşından 130 sene sonra geçen Legacy hikayesi yer yer yavaş giden, ama yer yer de gayet sağlam karakterlere sahip olduğunu gösteren bir işti. Bulun, okuyun!

9. Darth Bane

Darth Bane
Aslında Bane’i ne kadar EU karakteri alabiliriz bilmiyoruz. Zira kendisi bizzat George Lucas’ın yaratılarından biri. Phantom Menace’dan önce Sith’lerin arka planı için yazdığı hikayenin baş kahramanı olan Bane, Lucas’ın notlarından romanlara evrildi. Ama en nihayetinde, burada olması da gerekiyordu. Ne de olsa bizim bildiğimiz haliyle Sith Tarikatını o yarattı. “İki tane olmalı, ne fazla, ne de az. Biri gücü elinde tutması için, diğeriyse onu arzulaması”.

8. Meetra Surik – The Exile

Exile
Exile’ın yeri ayrıdır. KotOR serisinin ikinci ana karakteri, ismi sonradan, The Old Republic: Revan romanında konmuş Meetra Surik bambaşkadır. Etrafındakilerle kurduğu bağlarla güçlenen, ama Malachor V’den sonra o bağların altında ezilip, kendini Force’tan tamamen soyutlayan Surik, en nihayetinde Lord Scourge’ün ellerinde, yoldaşı, sırdaşı Revan’ı korumak isterken öldü. Bir Jedi’ın arzu edebileceği en baba ölüm. Bize kalırsa, Star Wars evreninin en güzel Jedi hikayelerinden de biri.

7. Jacen / Jaina Solo

Jacen - Jaina
Timothy Zahn’ın beraber yarattığı ikizleri, biz de beraber listeye alalım istedik; çünkü onların kaderleri hiç ayrı yollara sapmadı. Jacen karanlık tarafa yavaş yavaş düşüp, en sonunda Darth Caedus olduğunda bile, sonda yine yan yanalardı. Genişletilmiş Evrenin elinde büyüdüler kelimenin tam anlamıyla. Thrawn üçlemesinde bebekliklerini gördük, Dark Nest serisinde de dede/babaanne olduk Aliana sayesinde. EU yok sayıldı ama, Jaina ve Jacen’ın bir şekilde kullanılacaklarına dair ümidimiz büyük.

6. HK-47

HK-47
Knights of the Old Republic oyunları, belki de açık ara Expanded Universe’in hiç sayılmasıyla ıskartaya çıkan hikayeler arasında en üzüldüğümüzdü, bunu da listedeki KotOR karakterleri enflasyonu kanıtlıyor. Tabii HK-47, KotOR’u da aştı. Star Wars Galaxies’e, yani var oluşundan 4 bin sene sonrasına kadar uzanabildi. Çünkü Star Wars evreninde bildiğimiz droid arketipinin o kadar tatlı bir zıddıydı ki, akıllarda hemen yer etti. Yaptığı aşk tanımı, bugüne kadar bizce yapılmış en güzel tariflerden biridir. Net!

5. Mara Jade Skywalker

Mara Jade
Filmlerin esas çocuğu Luke Skywalker’a eş bulmak, öyle gözüktüğü kadar kolay bir iş değildi aslında. Fakat Zahn turnayı öyle bir gözünden vurdu ki, herkes anında içselleştirdi, kabullendi Mara Jade-Luke aşkını. Neredeyse yer yer Luke’un tam zıddı, ama bir o kadar da dengi, eşitiydi. İmparator’un Eli olarak başlayıp, yeni Jedi düzeninin en kilit aktörlerinden biri olarak sonlanan muhteşem bir hikaye. Yaşamı kadar, ölümü de Star Wars evreninde büyük bir önem kapladı tabii. Bize Cadeus’un dönülmez bir şekilde karanlığa kaybolduğunu ispat eden şey, Mara Jade’in ölümüydü.

4. Kreia

Kreia
Kreia’nın önemi, şoke edici bir karanlık tarafa dönüş hikayesine sahip olmasında değildir. KotOR 2′yi az biraz oynamış herkes Kreia’nın kötü olduğunu rahatlıkla söylerdi zaten. Kreia’nın karakter olarak önemi, Nar Shaddaa’da yaşanmış şu andadır. Bir yerde yürürken, karşınıza biri çıkar ve sizden para ister. Eğer verirseniz, Kreia sizi azarlar ve adamın geleceğini gösterir, adam rastgele aldığı para yüzünden gaspa uğrayacak ve ölecektir. Oyunu en yakın save’den tekrar yüklersiniz, bu sefer parayı vermez, adamı terslersiniz. Kreia sizi yine azarlar. Çünkü Kreia, Force’u olduğu gibi gören, Light-Dark kavramlarının uzağında duran bir Jedi’dır. Hakikaten de bambaşkadır.

3. Kyle Katarn

Kyle Katarn
Star Wars evreninin Chuck Norris’i, Jedi Knight serisinin biricik gülü Kyle Katarn. Yüz yirmi kere, yüz kırk başka şahıs tarafından çalınmış olsa da bizim gönlümüzde Death Star planlarını sen çaldın. Onlarca yeni Jedi düzeninde iş yapan Jedi olsa da, en babaları bizce hep sendin. Han Solo ve Luke Skywalker’ın mükemmel bir kombinasyonu gibiydin, üzerine de hafiften Vader reyizliği serpiştirilmişti. Senin de gidişine çok üzülüyoruz Kyle. Kopardılar bizi!

2. Thrawn

Admiral Thrawn
“Ama o kadar… sanatsalca yapılmıştı ki…” diyerek ölür Thrawn. Timothy Zahn’ın muhteşem üçlemesinin baş kahramanı odur. Soğuk, mesafeli, inanılmaz zeki ve çok karizmatik, mavi bir uzaylı. Dürüst olmak gerekirse, J.J. Abrams ne yaparsa yapsın, yarattığı kötü adam Thrawn ile kıyaslanmaktan kurtulamayacak. Umarız yanılırız, ama bize yeni Star Wars’ın kötü adamı Thrawn’ın yanından dahi geçemeyecekmiş gibi de geliyor. Bir kere Chiss olmazsa karizma departmanında yenik başlayacak maça zaten.

1. Revan

Darth Revan
E Revan tabii. Var mı Revan kadar detaylı, kompleks ve derin bir hikayesi olan karakter? Yaşadığı döneme Revan kadar damga vurmuş olanı var mı? Star Wars evreninde herhangi bir karanlık tarafa düşme hikayesi Revan’ınki kadar ilginç mi? Peki ya herhangi bir aydınlığa geri dönme hikayesi? Mandalorian Savaşlarında, kanı kaynayan genç Revan’ın hikayesi, onu bilinen evrenin ötesine, Dromund Kaas’a götürdü. Gerçek Sith’lerin işkencesi sırasında, bilerek kendini Karanlık Tarafa bıraktı, çünkü ya Cumhuriyet onu yenip, Sith’lere daha hazırlıklı olacaktı, ya da gücü o ele geçirip, insanları koruyacaktı.
Olmadı, Malak’ın ihaneti bozdu planları. Jedi’lar tarafından beyni yıkandı ve Revan önce Malak’ı durdurdu. Sonra, hafızası yavaş yavaş yerine gelmeye başladı. Tekrar buldu Dromund Kaas’ı ve senelerce işkence gördü. O işkenceler sırasında bile kontrol elindeydi. Meetra Surik onu kurtardıktan sonra, tekrar İmparator’un eline düştü. Yine komuta ondaydı. Kartlarını yine o kendi kurallarına göre oynadı. İki tarafı da görmüş, ışıkta da karanlıkta da yürümüş bir adamdı Revan. Yankıları yüz yıllar boyunca duyuldu Star Wars evreninde. Çünkü hikayesi incelikle yazılmıştı. O yüzden de, gittiğine en üzüldüğümüz karakter, kuvvetle muhtemel kendisidir…

Copyright @ 2015 Hoş Geldin Geekci!. Designed by Alkan Marley | Coder By Alkan Marley